4 Temmuz 2011 Pazartesi

Cep telefonunu gmail ile senkronize etmek. Google sync, Samsung corby pro ve diğer telefonlar


Cep telefonlarında sakladığımız telefon numaraları kalıcı değil. Yani bozulduğunda ya da yazılım yükseltmesi yapıldığında cep telefonunda saklanan herşey gibi rehberimizin de sıfırlanması söz konusu. Buna önlem olarak kimi tüm numaraları bir kağıda ya da bilgisayarda bir word belgesine yazıyor fakat bu kağıdı sürekli güncel tutmak mümkün değil. Kimileri pc suit yardımı ile bilgisayara aktarıyor numaraları ama sabit diskin bozulması durumunda yine rehberimiz gitmiş oluyor. Sürekli kaydettiğimiz numaraları güncel olarak saklayacak bir online sistem kesin çözüm olabilir.

Bu soruna yönelik exchange activesync hizmetini kullanabileceğimizi öğrendim. Exchange activesync ile rehberinizi, maillerinizi, takviminizi ve görevlerinizi senkronize etmek mümkün. Bunu yapabilmek için internete herhangi bir şekilde bağlanabilen ve bu yazılımı bünyesinde bulunduran bir telefon ve bir de senkronizasyon sunucusu gerekli. Bu yazılım yeni çıkan hemen her akıllı telefonda var. Sunucu olarak da google sync hizmetini kullanmak mümkün.

Ben mail falan değil de sadece rehber senkronizasyonu ile ilgileniyorum. Benim telefonum samsung corby pro ve sunucu olarak da google sync'yi seçtim. Aşağıda samsung corby ailesi telefonlarını nasıl gmail hesabınızla (rehber, mail, takvim, görevler) senkronize edileceğini anlatıyorum. Bu ayarlar sadece benim telefonum için değil çoğu telefon için benzerlik göztermektedir biraz kurcalarsanız siz de kendi telefonunun için aynı şeyleri yapabilirsiniz.

Öncelikle senkronizayona başlamadan rehberinizi bir kereliğine bir yere yazın ya da yedekleyin çünkü ilk senkronizasyon sırasında bütün rehber bir defaya mahsus olmaz üzere sıfırlarnıyor.
  • Cep telefonunun ana menüsünden exchange active sync yazılımını çalıştırın.
  • Sunucu url'si kısmına m.google.com yazın.
  • Kullanıcı adı kısmına gmail adresinizi "xxx@gmail.com" şeklinde girin.
  • Parola kısmına gmail parolanızı girin.
  • Etki alanı kısmına Gmail yazın.
  • SSL kullan kısmını Açık konumuna getirin.
  • Kaydet butonuna basın ve ilk senkronizasyon başlasın.
Bir süre beklemeden sonra senkronizasyon tamamlandı ve rehberiniz sıfırlandı. Şimdi bu yazılımı tekrar çalıştırdığınızda farklı bir menü gelir. E-posta, Takvim, Görevler ve Kişiler bu öğelere kolay ulaşabilmeniz için konulmuş bu öğelere telefonun kendi menüsünden de ulaşabilirsiniz. Bir de Senkr Ayarları vardır, bu ayarlar da hangi öğelerin senkronize edilmesini seçebileceğiniz, sunucu ayarlarını değiştirebileceğiniz, otomatik senkronizasyonun hangi sıklıkla yapılacağını ayarlayabileceğiniz seçenekleri sunar.

Cep telefonuna kaydettiğiniz kişiler gmailde rehber kısmında önemli kişiler başlığı altında sıralanır. Gmail rahberinde önemli kişiler üzerinde yapacağınız değişiklikler de aynen telefon rehberine yansır. Ayarları kurcalayarak isterseniz senkronizasyonu el ile sağlayabilir ya da otomatik olarak gerçekleştirebilirsiniz.

Ben sadece rehber senkonizasyonu kullandığımdan sadece onu anlatayım. Gmail rehberinde kişi kartına girdiğiniz tüm bilgiler cep telefonuna kolaylıkla yansıyor. Cep telefonundan bir numara silerseniz gmail rehberinde silinmiyor sadece diğer kişiler başlığına gönderiliyor. Böylece yanlışlıkla silinmiş kişileri geri getirmek mümkün. Bu şekilde ben hem gmailde hem de cep telefonumda ortak rehber kullanıuyorum. Eğer dışarıda bir arkadaşım bana mail adresini verirse cep telefonu rehberindeki kayıt bilgisine ekliyorum, eve gelip senkronize ettiğimde aynen gmail rehberime de yansıyor.

Google sync sitesinde Blackberry, iphone, nokia, syncml ve windows ayarları için resimli anlatımlar mevcut. Diğer telefonlar için ce ben anlatmış oldum, çok mutlu oldum.

3 Temmuz 2011 Pazar

Chrome için uzantı ayarları senkronizasyonu problemi ve çözümü


Uzun süredir opera kullanıyordum fakat nedense chrome'a geçiş yaptım. Gmail hesabınızla tarayıcı ayarlarınızı ve yer imlerinizi sürekli olarak senkronize edebiliyorsunuz. Gerçi bu özellik opera'da da varmış sonradan öğrendim. Chrome'un basit kullanımı ve sadeliğinden ötürü chrome'u kullanmaya devam edeceğim. Hız karşılaştırmaları göreceli ve "hangisi daha hızlı?" sorusune net yanıt vermiyor.

Opera'daki başlangıç sayfasında "hızlı başlat" tarzında bir şey vardı. Sürekli kullandığınız siteleri bu sayfaya kaydediyorsunuz, erişimi çok daha hızlı oluyor. Bu özellik chrome'da bir uzantı ile sağlanmış; speed dial. Gayet de başarılı. Ekrandaki küçük pencerelerin sayısını, arka planı, sayfa logolarını gibi bir çok şeyi değiştirebiliyorsunuz.

Herşey iyi hoş ama chrome'u yeni bir bilgisayarda kullanmaya başlayınca herşey senkronize oluyor fakat uzantı ayarları sıfırlanıyor, uzantıyı kurup sıfır bi şekilde bırakıyor. Yani sizin oluşturduğunuz sık kullanılar sayfalar ve logolar dahil tüm ayarlar sıfırlanıyor. Bu çok can sıkıcı olmasına rağmen çözümü mevcut.

Chrome'un klasör dizini içerisinde bu ayarları saklayan bir dosya mevcut. Bu dosya; C:\Users\kullanıcı adı\AppData\Local\Google\Chrome\User Data\Default\Local Storage dizini içerisindeki "chrome-extension" ile başlayan dosyalardan biri. Bu dizini bulamıyorsanız chrome kısayoluna sağ tıklayıp özelliklere tıklayarak dizine ulaşabilirsiniz. Peki bu "chrome-extension" ile başlayan dosyalardan hangisi bizim yedeklememiz gereken dosya? İsterseniz bu isim ile başlayan tüm dosyaları yedekleyebilirsiniz garanti olsun diye. Ama özellikle bir uzantının ayarlarını yedekleyecekseniz onun kimliği nedir onu bilmemiz gerekiyor.
Kimlik; o uzantıya verilen uzunca ve anlamsız bir ad. Bunu öğrenmek için de chrome'da ingiliz anahtarı menüsü> araçlar > uzantılar yolunu izleyebilir ya da adres çubuğuna chrome://extensions/ yazıp enter tuşuna basabilirsiniz.

Örneğin speed dial uzantısının kimliği; dgpdioedihjhncjafcpgbbjdpbbkikmi. Öyleyse ben dizin içerisindeki "chrome-extension_dgpdioedihjhncjafcpgbbjdpbbkikmi_0" adlı dosyayı yedekleyip, farklı bir bilgisayarda aynı yere kopyalayıp değiştirirsem, speed dial'da o zamana kadar yaptığım ayarları korumuş olurum.

Bu şekilde uzantı ayarlarını koruyabilirsiniz fakat sabit diskiniz bozulursa bunun çaresi yok :)

16 Haziran 2011 Perşembe

Yirmilik Diş Ameliyatı ve Sonrası

Evet kendisi bizzat başımdan geçen bir olaydır. 2 ay önce kadar dayanılmaz bir ağrı ile diş doktoruna gittim. Yirmilik dişin var (gömük diş) abse yapıyor bu sebeple alınması gerekiyor dediler. 2 ay sonrasına da gün verdiler. Zaten burda bir mantıksızlık olduğu belliydi yani neden hemen almaya kalkmadılar bilmiyorum. Neyse antibiyotikle falan abseyi kuruttuk ağrılar geçti.
Ameliyat günü geldi ama benim hiç ağrım sızım yoktu, yine de saha sonra başıma bela olur diye aldırayım dedim ve Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesinin yolunu tuttum. Benden önce biri daha vardı aynı ameliyatı olacak, çocuk 15 dakikada çıkıverdi. Bu sürenin 7-8 dakikası narkoz etkisini bekleme olsa 7-8 dakikada da operasyon tamamlanmış demek oluyor. Oh dedim ne rahat ameliyatmış, aslında ameliyat bile değilmiş normal diş çekiminden tek farkı damak içine gömük olması herhalde.
Ameliyat;

Sıram geldi, içeri girdim, koltuğa oturdum, rahattım aslında, hatta doktor hazırlanırken sorular falan sordum, ameliyatın onun için zor olup olmadığını sordum mesela. "Ya gömik diş ameliyatı giriş seviyesi bir ameliyattır, en basitidir" dedi. İçim iyice rahatladı.
Sonra narkoz vurdu, tuttuktan sonra da neşterle dişin üzerindeki damağı kesti. Bu aşamada hiçbirşey hissetmedim. Sonra elindeki başka bir aletle dişi yerinden kaldırmaya-oynatmaya çalıştı ama olmadı. Sonra doktorlar iki oldular. Bir sıkıntı olduğunu düşünmeye başladım çünkü bir önceki ameliyatın süresine bakarsak operasyonunun bitmiş olması gerekiyordu. Doktorun biri eline matkap gibi bişey aldı, dişi delmeye başladı. Bu delme işlemi de acıtmıyor ama baya baya hissediyorsunuz. Ama hissetmek derken şöyle anlatayım, ağzınıza bir sert bir cisim koyup onu ağzınızın içinde delmeye çalışmak gibi, acımaz ama hissedersiniz. Diğeri ise serum sıkıyor ve kanı temizliyordu sürekli olarak.
Anladığım kadarıyla dişi delerek zayıflatıp parça parça kerpetenle sökmeye çalıştılar. Ama bir türlü başaramadılar. Ya resmen kerpetenle abanıyorlar adamın ağzına. Utanmasa ayağını alnıma koyup öyle çekmeyi deneyecek. Çenem çıkacak sandım. Önce biri deniyor, sonra diğeri ver bakalım bir de ben deneyeyim falan diyor. 35 dakika uğraştılar arkadaş, ne toy doktorlarmış. Adam bi de bana diyo ki "sen neden aldırıyosun ki dişini? bak benimkiler bile hala duruyor". İyide benim ağzımda 50 tane makine, alet edevat var, küfür edemiyorum ki. Sanki ben dedim illaha alın benim dişimi diye. Başım dönmeye başladı, artık ağrıdan mı sinirden mi narkozdan mı bilmiyorum. Zar-zor söktüler dişi sonra da damağı diktiler.
Yazılan ilaçlar: Ağru kesici, antibiyotik ve gargara.

- Ameliyattan önceki zaman için tavsiye vermek gerekirse, korkmayın.
- Ameliyat videoları izleyip panik yapmayın ve kesinlikle ameliyat olun. Çünkü gömülü dişin çürümeye başlaması tam bir kabus. o zaman o dişi almak daha zor bir hal alıyormuş. O yüzden ne kadar sıkıntılı olsa da bu ameliyata girin.
- Benim yukarıda yazdıklarım da normal şeyler, tabi özel bir hastaneye giderseniz nasıl olur? Daha rahat oluyor diyen var, yok değil.
Ameliyat günü;

Şimdi ameliyattan çıktınız, ve rahatlamış hissediyorsunuz ama macera daha yeni başlıyor narkozun etkisi geçtikçe suratınıza balyozla vurulmuş gibi bir ağrı kendini göstermeye başlıyor. Kanama uzun süre devam ediyor, ağzınızda biriken kanı tüküremiyorsunuz. Ağzınızı açamıyorsunuz bile. Ağrı sizi ağlatana kadar devam ediyor, ve siz ağladıktan sonra da azalmıyor malesef.

- Gargara hariç ilaçları derhal kullanmaya başlayın yoksa ağrı dayanılmaz oluyor. Gargara hariç dedim çünkü ben denedim çok yaktı ve yaraya zarar verdiğini hissettim. Ağrı kesiciyi günde iki kere yazarlar. Eğer ağrınız fazla ise ve prospektüste aksi yazmıyorsa günde 3 kere alabilirsiniz.
- Ameliyattan bir saat sonra doktorun koyduğu pamuğu çıkarın ve yenisini koymayın. Pıhtılaşma kolay olsun diye. Ayrıca sizin yeni koyduğunuz pamuk ne kadar steril olabilir ki? Yaranın İltihap kapma olasılığı var.
- Suratınıza dışarıdan buz ile soğuk baskı yapın sürekli. Ertesi gün çok şişmesin diye.
- Sadece sıvı gıda tüketin. Çorba (pipetle), süt, meyve suyu vs. Ben yatmadan önce yavaş yavaş bir paket çubuk kraker bile yedim.
- Uyurken ağrı artabilir. Bunun sebebi kan dolaşımıdır. Yastığınızı yükselterek daha rahat uyuyabilirsiniz.
İkinci gün;

Biraz suratım şişti, ağrım azaldı. Yutkunurken acı çekmiyordum ağzımı daha rahat açabildim. Yatmadan önce bir bakayım dedim, dikişlerim düşmüş.
- Menünüzü biraz genişletebilirsiniz. Kaşıkla yenebilecek püre kıvamında gıdalar. Ben patates püresi yedim mesela, harikaydı :) (ahada tarifi)
- Suratınıza sıcak baskı yapmalısınız. Ütü yardımı ile bir havluyu ısıtabilir yada sıcak su torbası kullanabilirsiniz.
- Gargaraya başlayın hatta çok dikkatli bir şekilde dişlerinizi fırçalamaya da başlayın. Ağzınızın hijyenine çok özen gösterin zira ağzınızda bir yara var. İltihap kapmasını ve haftalarca uğraştırmasını istemeyiz.

Üçüncü gün;

Ağrım neredeyse yok denecek kadar azaldı. Ekmek hariç diğer gıdaları tüketmeye başladım. Ama hala hissediyorum, zorladığımda patlayacak gibi.

Dördüncü gün;

Sabah akşam patates püresi yemekten bıktığım için arkadaşlarımın mangal teklifini geri çeviremedim ve şansımı denemek istedim. Sadece balık yerim diyordum, ama yine ekmek hariç herbirşeyi de sildim süpürdüm :) Ekmek içini yedim fakat sert yerleri zorladı.

Bundan sonrasının da çok sıkıntılı olacağını pek sanmıyorum, antibiyotik'e bitane kadar devam. Gargara yapmak ve diş fırçalamak çok ama çok önemli, dikkatli olunuz.

Hadi geçmiş olsun :)

25 Dolarlık Bilgisayar

Uluslararası oyun geliştiriciler arasında tanınan bir isim olan David Braben (ben yeni tanıdım kendisini) usb bellek büyüklüğünde, maliyeti ise 25 dolar olan bir bilgisayar yapmış. Adı Raspberry Pi. Amacı ise öğrencilerin bilgisayar sistemlerine ulaşımını kolaylaştırmakmış (özellikle üçüncü dünya ülkeleri için olsa gerek).
Üzerindeki HDMI bağlantı noktası ile 1080p görüntü verebiliyor. Klavye ve fare usb girişi ile bağlanıyor. Bellek kartı girişi sayesinde, taktığınız kart kadar bir depolama alanı ve Linux desteği mevcut.


12MP kamera modulü.

Yani bu abimiz diyor ki, biz bu bilgisayarlardan alalım çocuklarımıza verelim bozulacak diye dert etmemize gerek yok zaten çok ucuz. Akşama kadar oynasınlar program yazsınlar, programlamayı temelden öğrensinler. Çok başarılı bir çalışma olmuş bence.
Bbaben demiş ki"2000'li yılların başından beri bilgisarlara dair eğitim metodolojisi kelime işlemcileri açıp yazı yazmak, birkaç süslü sunum hazırlamak ve benzer temel bilgisayar becerileri üzerine odaklandı. Oysa ben temel programlama mantığı, bilgisayarın gerçekte ne olduğunu anlamalarını sağlayacak bilgilaerin yeniden eğitim sisteminin bir parçası olması gerektiğini düşünüyorum". Alkış istiyorum.

Raspberry Pi Ubuntu 9.04'ü çalıştırıyor

Raspberry Pi özellikleri:
  • 700MHz ARM11 (işlemci)
  • 256MB of SDRAM
  • OpenGL ES 2.0
  • 1080p30 H.264 high-profile decode (görüntü bağdaştırıcısı)
  • Composite and HDMI video output
  • USB 2.0
  • SD/MMC/SDIO memory card slot (hafıza kartı girişi)
  • General-purpose I/O
  • Open software (Ubuntu, Iceweasel, KOffice, Python) (açık kodlu işletim sistemi desteği)
Bu da web adresi.

Yaratıcı Bir Özgeçmiş


5-6 yıldır Bilim ve Teknik dergisi almıyorum. Geçen gün D&R'da gezerken gözüme ilişti, fiyatı da makul gelince dayanamadım aldım. İçerik benim abone olduğum zamanlara göre biraz farklı. Dergi sanki satışı biraz artırabiliriz düşüncesiyle, daha dikkat çekici, daha yüzeysel bir hal almış. Yani şu açıdan sevindim çünkü sanıyorum artık sadece akademisyenlere hitab etmiyor sanırım. En son takip ettiğim dönemlerde şöyle bir makale vardı; Bir denizaltı ses hızını geçerse ne olur? Sanırım bu makaleden sonra koptuşum dergiden.
Neyse işte, dergide teknoloji haberlerine bakarken "Teknoloji Bir Özgeçmişi Ne Kadar
İlginç Hale Getirebilir?" başlıklı haber çko hoşuma gitti şimdi onu paylaşıyorum.
Victor Petit adlı bir öğrenci, staj başvurusu yapacağı şirkete özgeçmişinin yanında bir de
büyük boy fotoğrafını yolluyor. Fakat fotoğrafın ağız kısmında, bir kare barkot bulunuyor. Bu
kare barkodu bir iphone'a okutan işveren youtube'tan bir video ile karşılaşıyor. İşveren bu
videoyu da izlerken iphone'u fotoğrafın üzerinde belirtilmiş olduğu gibi yerleştirirse, Victor
arkadaşımızın konuşan fotoğrafı ile karşı karşıya kalıyor. İyi bir özgeçmişin iş görüşmelerinde
ne kadar etkili olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu yönteminde işveren üzerinde çok büyük etkisi
olacağı aşikar, tabi iphone'u varsa :)
Yaratıcı arkadaşımızın web adresi.
Özgeçmişin videosu.

5 Mayıs 2011 Perşembe

Grup Çalışması




Ev arkadaşım murtaza inci sözlükte rastlamış. İsveç yapımı grup olarak çalışma başarısını test eden bir yazılım. Grup elemanları rastgele yerleşiyor oyuna, kimse kimseyi tanımıyor. Resimde görüldüğü gibi ekran dörde bölünmüş durumda ve bir tanesi size ayrılmış. Size sürekli sorular soruluyor ve siz bildikçe sizden sonraki grup arkadaşınıza süre kazandırıyorsunuz. Tabi sizden önceki grup arkadaşınız da bildiği sorularla size süre kazandırıyor. Bu şekilde sürenizi bitirmemeye çalışıyorsunuz.
Bir süre sorular devam ediyor, sonra da ara test'e geçiyorsunuz. Ordaki olay ise şu; Ekranda 1 den 12 ye sıralanmış dört farklı renkte rastgele dizilmiş 12 tane balon var. Sizin renginiz neyse siz ona tıklıyorsunuz ama küçükten büyüğe doğru sıralama yaparak.
Çok zevkli bir olay, sitenin arayüzü ve seslendirme de bir o kadar başarılı. hoşvakit...
(kendine özel grup kurabiliyormuş)

26 Nisan 2011 Salı

ALES

Geçtiğimiz pazar 2011 bahar dönemi ales sınavına girdim. Bu sınavla ilgili tek endişem sınava kalem, silgi gibi araç gereçlerin götürülememesiydi. 0,5 uçlu çıtçıtlı kalemle yazmaya alışmış bünyem için bu çok kolay bir şey değildi tabi.
İçeri almayacaklarını bildiğim halde kurşun kalemimle yılların emektarı kullanıla kullanıla küçücük kalmış ama performansından hiçbir şey kaybetmemiş, yumuşacık mon ami silgimi yanıma aldım. Sınav binasına giriş sırasında beni birazcık heyecan sardı, önümdeki insanların üzerini arayıp, sonra dabize dönüp ''Evet arkadaşlar, yanınızda getirdiğiniz her şeyi bırakın lütfen!'' demelerine rağmen bir umut ile kalem ve silgimi pantolonumun arka cebinde tutmaya devam ettim. Sıra bana geldiğinde polis memurunun cebimdeki kalemle koluma tutturduğum tokamı bulması çok zor olmadı. Kalemi çabuk kaybettim umudum silgime kalmıştı. Polis memuru ceplerimi yoklarken bir yandan da''Başka bir şey var mı?'' deyip duruyordu. Cebimde minicik bir silgi taşımanın heyecanına dayanayıp, '' Bi de küçük silgim var.'' deyiverdim. Polisin bana cevabı ise '' Hemen onu bana veriyosun!'' oldu. Küçücük silgiyle nasıl kopya çekmemi bekliyodu acaba çok merak ediyorum? Şimdi ee içeride zaten bunları verecekler diyebilirsiniz ama ÖSYM'nin vereceği fatih marka (bakın büyük harfle bile yazmıyorum) dandik ve sert silgi benim monamimin yerini tutmayacaktı biliyodum ve öyle oldu da.

Neyse soruları çözme hevesiyle silgi bunalımımı atlatırım nasıl olsa diyerek sınav salonuma doğru giderken üniversiteden biricik hocamı gördüm, benim sınava gireceğim salonda görevliymiş o da. Biraz sohbet ettik,her zamanki gibi formundaydı espri üzerine espri yaptı.
Önceleri benim lehime gibi görüren bu durumun (ne güzel hocamı görmüşüm, gülmüşüm falan) aslında hiç de öyle olmadığını sınavın ortalarında sorularla cebelleşirken kendimi ''Hocam şu anda bana bakıyo mu acaba? Bakıyosa çok rahat çözüyo gibi görünmeliyim.'' derken bulduğumda anladım. Hocamla aynı salonda olmanın yarattığı ufacık stres polisin üzerimi araken yarattığını yanında hiç sayılır aslında :)

ÖSYM düzenlediği sınavlara artık dışarıdan silgi ve kalem sokmayarak kopya, şaibe ve her türlü karışıklığın önüne geçebileceğini sandı sanırım. Ama çok başarılı olamadı, soruşturma ve savunmalarla uğraşan kurum bir sınavı daha yüzüne gözüne bulaştırdı. Sınava Dokuz Eylül Üniversitesinde girenler eksik ve yanlış basılmış soru kitapçıklarıyla karşılaştı. Bu sınavın akıbeti içinde bir şey demek güç. Bunca olandan sonra o koltukta oturmak çok kolay olmasa gerek.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Eskici



Kullandığımız programlar gün geçtikçe gelişiyor ve kullandığımız internet siteleri de gün geçtikçe değişiyor. Bazen durup durup merak ediyorum mesela winamp'ın ilk hali nasıldı? ya da youtube ilk çıktığında nasıl bir arayüze sahipti. Bu tip şeyleri saklayan birkaç site var aslında.
Benim bildiklerimden; eğer programların eski versiyonları nasıldı diye merak ederseniz şu sitede bir kısmı var.
http://www.oldversion.com/ Özellikle winamp'n ilk versiyonlarını kullanmak gerçekten çok eğlenceli :)
Eğer bir sitenin eski versiyonunu görmek isterseniz de;
http://www.archive.org/ Bu site de 150 milyar sayfayı tarih tarih indexlediğini söylüyor. Ama ben bu siteyi daha çok daha önceki dönemlerde hangi dersler açıldı diye bakmak için kullanıyorum. youtube.com'un ilk hallerini görmelisiniz :)
Eskiciiiiiieeeeee!!!


Hadi tecüme edelim, google translate :)

Küçüktüm hayal meyal hatırlıyorum ama, babamın çalıştığı okuldaydık. Sanırım yılsonu şenlikleri tarzı bir etkinlikti. Hani herkes çıkar şiir falan okur, kimi fıkra anlatır, kimi de yeteneklerini sergiler. Ufaklıkların birini (kız mı erkek mi onu bile hatırlamıyorum) yerel kıyafetlerle yaşlı bir anne gibi giydirmişler, eline de bir mektup vermişler, onu okuyordu.
O zaman çok ilgimi çekmemişti ama şimdi memleketimden uzak olmanın de verdiği bir içgüdü ile arattım internette hatırladığım kadarıyla.
Bu bir mektup. Giresunlu bir annenin askerdeki oğlunun yolladığı mektuba cevaben yazdığı, daha doğrusu yazdırdığı bir mektup. Özelliği ise dilimizdeki yerel öğeleri tamamen içeriyor olması. Yani giresunluların bile zor anlayacağı bir dilde yazılmış. Ayrıca bu mektup kurgu mu yoksa gerçek mi onu da bilemiyorum.
Şimdi öyle mektup üzerinde göz gezdirirken annemin gülerken gözlerinden yaş geldiğini hatırlıyorum. Krize giriyordu resmen kadın bu mektubu dinlerken.
Ben de öyle içimden geldi bir alıntı yapayım buraya yazayım dedim. "Aman bu da blog yazmak mı canım kopyalayıp kopyalayıp yapıştırıyorlar" seslerini dinleyen vicdanım ise bu önsözü yazmaya mecbur kıldı beni. Ama herşeyin başı eğitim :)
Evet şimdi de giresuna gidiyoruz ( TRT ekranlarında, bir THM şarkısının sunumunu yapan sarışın hatun edasıyla) ;
Salifim gönderdüğün mekdubu Bazar günü bazara gidiken şube yanındaki gaveci Daz Ali verdi. Elimdede Fadime gelinin bir okka yüzdirhem gadar yağı vardı. Fadime gelinin yağını gıyıya genelik goydum da havurdan geçen bi mekdep talebesine okidim dedim mekdübünü.

Anam yavrum ben yağı hebden unudmuşum da meddubuan daldurmuşum, bide bakdımkinelik,anaaaam gocaman aranku bi it aazını, bunnunu yalıya ginelik földür, földür taaa gözüme annaklamimi. Öte yana bidaaa annakladımki ne görim bizim yağ güle gübüre garışmış. Zıggımın bekini yiyesice, gaybananın iti canım yağı mahvetmiş. Depemin tası attı, elime bi kötek alminen itin peşine düşdüm. Gaybana önde ben peşinde Giresindeki Osmanağa meydanını kirmane gibin çark döndük. Döndüm emmelakin gaybananın itini belediye meydanında bi kötekde zıbarttım.

Anam yavrum Salifim ben itin peşine düşmenliğinen barabar yüreemin başcuğazına bi hal oldu. 50 gayme dokdura, yüz gayme de erzaneye ilaç parası, Fadime gelinin yağı da cabası oldu oğulcazım.

Anam yavrum Salifim bizden boyuna para istiin, biz parayı nirden bulacuuk? Yoksuzluğun gözü kör olsun, gücük ayında saa inee saddukda gönderdük. Tavuu, cücüü sadduk saa gönderdük. Taa minkinimiz galdımıki? Geçenlerde ellerin baccalarında guduruk çakallar gibi iki büklüm soolama yapdımdı, adam belledüüm ağan olası Nizam itine dedimki, habu soolamayı yeni bazar günü giresin de sadda Sarı Mustafoon Sadık dan veresiyen eve gazınan duz al, yarısınen Fidan geline urbalık onikilik al, galanınıda Salifime gönderürük dedim. Ben ua ööle dememişim, sen get Debboy yanında Dalmanoon gavede bi gecede parii gumara ver demişim. Zabatcaası ağan körkütük sefruş geldi eve. Gendünden heec habarı yok, habar annatmanında minkini yok. Eeğnini zorunnan çıkarduk, altına bi şilte addukda zorginennük yaturduk, boyu devrülmiyesice zıbardı geddi.

Anam yavrum Salifim, köylerde bi gumar, bi gumar geçen gece Dursun Ali parayı gumara vermiş, ayaandaki tırabızan lasdiine gadar vermiş gumara. Nazmiye gız dedene abdes suyu almak üçün puara geddüğünde arkuru gene yola dooru tim, tim edeginelik, gısgırlamuk, cıs cıbıldak, tımancak biri gelmimi? Anaam gızın yüreee aazına gelmiş. Dursun Ali yi hortlak sanmış.

Anam yavrum Salifim saa bi gara habarım daa var: İrecebgilin Ayşa Cırım Ali ye gaçdı. İrecebte ar namus edib yoganı omuzlaminen Zonguldaa aşşaa geddi. Cırım Aliynen Ayşa gayıplara garışdı, kırk güdür ortalarda görünmiler. Yayla cenik aramaduk yer galmadı sankiminen yer yarıldı içine girdiler.

Anam yavrum Salifim efendi deden diş yabduracam diye dişlrini sökdürdü de gocamancuk höshöbüldek, fesil fösül gonuşii. Gocamanın aazı Keşap tüneline döndü oolcuum.

Anam yavrum Salifim Tüfeenen çektürdüün fotuıraf ne de haccak çıkmış, boyuna bosuna dolanduum zaptiyemi oldun? Anam yavrum saa bi gız bütürdüm: Boyu sülün, dişleri darı tenesi, saçları aağ darı püsgülü gibi, gözler ala bööce, yanaklar amasya elması, zollumu zollu, haçcakmı haçcak, hemide kütür,kütür dikiş dikii. Hızanların urbalarını hep una dikdürdük. Çok isdiyeni var, emmelakin ben başını baaladım.

Anam yavrum Salifim geçen aaşam da keyfanının canı mantar gavurması çekmiş, Sığıllık deemeninin uradan, doliz yerinden, kenefdaşının uralardaki bahcalardan hızanlara toplatmış da heec kimseye habar vermeden bii güzel yemiş. Zeele eve geldük ki anaaa keyfanı dısdıranga kesmiş, aazından, urnundan yemyeşil avu gelii, avuu. Bizi heeç uyutmadı. Keyfanının zaarmasından kenefin direkleri zabaa gadar yalpa vurdu. Pis booazının yüzünden öldü, öldü dirildi.

Anam yavrum Salifim daa ne yaziimki, benüm büldüüm bugadar. Zeele hızanlara yedürecek bi gaşuk bişiim yok, biraz pancar topliip yarmalı, bööceli gene gazana atiimde hızancuklar ağşama ısıcak, ısıcak yesinler, üstünede gatık yerler darı ekmee doorıyarak içine.

Mekdübüme son verürken ağan, efendi deden, hılhızan, İrecepgillerin Fidan, selam ederler, güccükler ellerinden, böyükler gözlerinden öpeller. Az evvel hennük yaamaya başladı, ala inekde yaylımdan geldi, bas bas bağırii, anladımki uda selam edii. Boyua bosuna dolanduum, anam yavrum Salifim bizi mekdupsuz bırakma. Anan HAVA

28 Mart 2011 Pazartesi

Bir kaç seyre değer fotoğraf

Arkadaş biraz çekindiğinden mi yoksa üşendiğinden mi nedir, çektiği muhteşem fotoğrafları bir türlü buraya eklemiyor yahu. Facebook nedir ya? Onun yerine ben yüklüyorum buraya, tüm fotoğraflar Ferhan Urbay tarafından çekilmiştir.
Hadi bakalım! (fotoğrafların büyük halleri için üzerlerine tıkla)


Boğaziçi Üniversitesinden.

Ortaköy Camii.

Çırağan Sarayı.

Ortaköy.

Üsküdar; Tam köprüyü çekiyordum, gel sen ayağını kadraja sok.

Üsküdar.

Savarona.

Ben dedim çek diye ama, güzel olmuş yahu :)

Alan razı veren razı ;) Ortaköy.

Favorim; Kabataş, Üsküdar Dentur İskelesi.

Boğaziçi Üniversitesi, ne olduğunu bilmediğim bina.

Ortaköy Camii.

Dolmabahçe Sarayı.

Kabataş Camii.

Ortaköy.

Kabataş-Üsküdar Motobotu.

Türkan Şoray.

Ortaköy Aşıkları.

Bu kız çok hüzünlüydü, böyle uzaklara falan bakıyordu, dedim çek gitsin ya.

Ortaköy Çarşı-pazar.

Bu çocuk neden hüzünlü böyle ya? Yazık lan.

Savarona.

Boğaziçi Üniversitesi Güney Kampüsü, Saatli Bina diyolar.

Ortaköy Camii.

21 Mart 2011 Pazartesi

Nükleer mi? Ya patlarsa?


Biz nükleer enerjiye çok karşıyız. Nükleer enerjiyi pek bilmiyoruz ama çok iğrenç birşey olduğu açık. Nicolas Sarkozy gibi iğrenç bir adamın yönettiği iğrenç ülke bir ülke Fransa bile 58 tane nükleer santralle enerji ihtiyacının %75'ini karşıladığına göre kesin iğrenç birşey bu.
Nükleer enerji yerine rüzgar enerjisi kullanalım. Rüzgar enerjisi türbinleri çok ucuz şeyler zaten. Herkes evinin çatısına kursa fena mı olur yani? Ayrıca güneş enerjisi diye birşey var. Güneş panellerinin ham maddesi ne? Kum! Bildiğimiz deniz kumu yahu! Yani anlayacağınız denizde kum bizde güneş enerjisi. Allah boşuna mı yaratmış güneşi? Deniz kumlarında birsürü güneş pili yaparsak birsürü enerjimiz olur. Hem sonra hidroelektrik santrallerin sayısını da arttırabiliriz. O zaman da bazı şehirlerimiz su altında kalabilir ama olsun. İstanbul, Ankara ve İzmir dışında diğer şehirlerimiz pek işe yaramıyor zaten.
Hepinizi bu davada eyleme davet ediyoruz. Otur otur nereye kadar? Facebook başından kalkamıyoruz. Ancak bu konu hakkında birşeyler yazıp duruyoruz. Oysaki vakit gerçek eylem vaktidir.
Japon halkı gibi dsiplini yüksek bir toplumda bile bazı şeyler kontrol altında tutulamıyorken, bizim kömür dağıtmakta uzmanlaşmış politikacılarımız bu işten ne anlar? Ayrıca yüksek risklerle dolu diğer durumları da engellemek gerekiyor. Mesela uçak seferleri iptal edilmeli, ya düşerse? Yahu boğaz köprülerinden hergün yüzbinlerce araç geçiyor. Yüreğimiz ağzımıza geliyor, ya yıkılırsa? Bizce köprü üzerinden araç geçişine sınır getirilmeli acilen.
Uzun lafın kısası gerçek bir eyleme çağırıyoruz sizi, nükleer enerjiye karşı, akpartiye karşı. Nükleer enerji gibi iğrenç birşey başımızdaki iğrenç yöneticiler eline bırakılmamalı.
Eyleme nasıl mı katılacaksınız? Çok basit. Yarın hepimiz dışarı çıkıyoruz. Sadece kıçlarımızı yapışık olduğu yerden kaldırıp biraz hava alacağız. Neden mi? Nükleer enerjisiz hayatın ne kadar güzel olduğunu anlamak için. Ayrıca Facebook hesaplarımızı kapatıyoruz. Böylece bilgisayar başında daha az vakit geçireceğiz bu da daha az enerji tüketmemize yol açacak. Bu şekilde teorik olarak Türkiyenin nükleer energiye olan ihtiyacı kalmayabilir.
Ayrıca bu eylemlerin en babasını yapan Greenpeace'nin güzel, alımlı, ısrarcı, yapışkan, yüzsüz ve gönüllü ama ücretli çalışanları aracılığı ile Greenpeace'e yardımcı oluyoruz. Çok basit, az önce özelliklerini saydığım arkadaşa kredi kartı bumaranızı veriyorsunuz, Greenpeace 5-10 gönlünüzden ne koparsa çekiyor her ay.
Haydi eylem vakti!

27 Şubat 2011 Pazar

İstanbul




Tüm kalabalıklığına, dağınıklığına, karışıklığına rağmen kendine has bir düzeni var İstanbul’un. Mesela vapur saati yaklaştığında kalabalık kapıya doğru yavaş yavaş ilerliyor ve ruh haline, havanın durumuna göre nerede oturacağına karar verip hooop giriveriyor vapura.Metroda hem yürüyen merdiveni kullanmak isteyip hem acele eden insanlar için diğerleri sağ tarafta bekliyor. Otobüs duraklarında otobüsün o durağa gelmesine kaç dakika kaldığını gösteren ekranlar bile koymuşlar. Yüzlerce otobüs hattından insanlar artık kendi hatlarının saatini bilip trafiğin durumuna göre normal ya da oha dedirtecek bi sürede istedikleri yere gidiyolar. Sonra akbil mesela otobüste, metroda, metrobüste, vapurda, tramvayda hepsinde kullanılabiliyor, bu muhteşem bir kolaylık. İstanbul’da yaşayan insanlara çok sıradan gelen bu şey bana çok ilginç geldi, bir hafta gibi kısa bir süre kaldım İstanbul’da ve bu süre içinde kullanmam için erkek arkadaşım bana bir akbil buluverdi. Benim, akbili doldurup sonra artık hangi araca bineceksem ona binerken akbili cebimde hazır edip, sonra basmak o kadar hoşuma gitti ki. Kendimi bu şehre gezmeye gelmiş gibi değil de şehrin bi parçası gibi, o şehirde yaşıyormuşum gibi hissettirdi.Hele bir de aktarma diye bir şey var ki ımmm ballı kaymak valla. Ulaşımın da çok pahalı olduğunu zannederdim ki öyle değilmiş.


Her anlamda çok korktuğum orda yaşamayı çok isteyip bir türlü cesaret edemediğim İstanbul çok farklı göründü gözüme artık. Zaten birazcık cesaretim olsa şimdi orda olabilirdim. Dedim ya ‘artık’ korkmuyorum. Fikrim değişti. Çünkü ,metrodan otobüsten inerken ya da bir kalabalığa girerken bir şey olmasın diye her zaman yanımda, bana uzanıp elimi tutan bir el vardı İstanbul’da.Hatta Eminönü’nün kalabalığından korktuğumu söylediğimde de; ‘‘ben gelene kadar iskeleden çıkma’’ dedi o elin sahibi. Ve ben biliyorum ki bu şehirde ne zaman bir sorunla karşılaşsam o elin sahibi hep yanımda olacak. Şimdi çok sevdiğim Giresun bana tenha geliyor artık , bomboş. Yine seviyorum burayı ama özleyip de özlem gidermeye gelmek istiyorum.Ben biraz da olsa tattım İstanbul’da yaşamanın nasıl bir şey olduğunu. Artık cesaretim var kalabalıktan da korkmuyorum hiç, üniversiteyi okumak istediğim şehirde şimdi mesleğimi yapmak istiyorum.Boğazdan yüz kere de geçsem kafamı hangi yöne çevirip hangi güzelliğe bakacağımı şaşırmak istiyorum. Bir an önce. Bu bambaşka şehirden adına bilmem kaç şarkı , şiir yazılmış olan kendine has dünyadan ayrı kalmak istemiyorum daha fazla. Rüya şehirde gülümseyerek yepyeni İstanbul sabahlarına uyanmak istiyorum.

1 Şubat 2011 Salı

Bir Demet Tebessüm

Evet filmi özetliyorum, başlattığı iç isyanı bastıran ve karısını elinden alan Kara Fuat'ın peşine düşen Dracoola yüzyıllar boyu Kara Fuat'ın bütün soyunun peşine düşerek öldürmek ister. Kara Fuat'ın en son kanı da günümüz istanbul'unda bir kapıcıdır, falan filan.
Dracoola konusu ilginç geliyorsa size konu ilginizi çekebilir ama konuyu işleme biçimi gerçekten çok zayıf. Filmde öyle yerler var ki "Bu ne alaka" diyorsunuz?. Oyunculuklar vasat ve filmi gerçekten uzun uzun tebessümlerle izliyorsunuz. Kahkahalarla gülebileceğiniz yer yalnızca Dracoola'nın apaçilerle karşılaşması olabilir. Hele filmin sonunu gördüğünüzde yüzünüzdeki tebessüm acı bir tebessüme dönüşebilir, bilete ödediğiniz parayla alakalı olarak.
Kutsal damacana ile hiçbir alakası yok, sadece adını kullanmış dikkat çeksin diye. Afişinde Ersin Korkut'un oynadığı tüm karakterlerin görünüyor olması itici görünüyor.
Ha bir de filmin yayınlama zamanı. Giresunda izlediğim filmi kız arkadaşım ve ben başbaşa izledik. Neden? Çünkü sinema severler sinemaya gittiklerinde 'Kurtlar Vadisi: Filistin', 'Av Mevsimi', 'Eyvah Eyvah 2' gibi filmlerin yanında bu filmin adını görüyorlar. Tabi karar vermek zor ama Kutsal Damacana gerçekten zayıf bir şeçenek olarak duruyor.
E peki o kadar filmin arasından biz neden bu film'e gittik? Kurtlar Vadisi ile aramız yok, Eyvah Eyvah ile de kız arkadaşımın arası yok. Av Mevsimi ise o an hiç dikkatimizi çekmedi. Ayrıca Draculia konusu da ilgimizi çekti az biraz. Filme gitmek istediğimi söylediğimde bilet satış görevlisi anlam veremedi. "Neden?" diyordu aklınca "Acaba sırf yalnız kalmak için mi giriyorlar?". Zaten bileti en arkadan mı vereyim demesinden belliydi. En ortasından ver dedik. Yani bu iş için de gayet uygundur bu film haberiniz olsun, çünkü pek geleni gideni yok.
Oyucular için de bir lafım var, yahu siz yeni oyuncularsınız, bırakın böyle saçma sapan filmlerde kaşarlaşmış ouncular oynasınlar, Mehmet Ali Erbil oynasın mesela. Yani böyle filmlerde oyunculuğum keşfedilir falan diyorsanız bence çok zor çünkü izleyen yok. Yani sadece böyle düşünerek böyle bir projeye dahil olunabilir, öbür türlü "yahu seneryoyu okudum çok hoşuma gitti" falan olamaz herhalde çünkü seneryo falan da yok film de arkadaş. Neyse öyle işte, yine de verdiğimiz para helal olsun, daha kötülerini de gördük.

9 Ocak 2011 Pazar


25 Aralık 2010, Giresun sahilinde, kelimenin tam anlamıyla 'yazdan kalma bir gün'de, '' hmm ne çeksem acaba?'' diye düşünürken beni mevsimin kış olduğuna inandıracak bir kare yakaladım.

Ukulele :)

Adı birazcık komik geldi bana ama sesi çok güzelmiş. Sanırım sadece çekik gözlülerin çalabildiği birşey :) Ekşi Sözlük;
  1. anavatanı hawaii olan, dört telli bir saz. minik bir gitara benzer. sesi da adı kadar eğlencelidir.
    (zazie, 30.10.2001 16:44)
  2. minik bir gitara benzer. marilyn monroe'nun some like it hot'ta caldigi enstrümandir ayrica. adinin nereden geldigiyle ilgili cesitli rivayetler mevcut olmakla birlikte, en cok kabul goreni, hediye anlaminda "uku" ile gelmek anlamında "lele"nin, "gelen hediye" anlamini vermek uzere biraraya getirilmis oldugu imis.
    (grizabella, 04.04.2002 14:49 ~ 29.06.2004 10:16)

Ukulele üstadı Jake Shimabukuro'dan "While My Guitar Gently Weeps".


Benzer şarkı küçük çekik gözlü arkadaşımız tarafından çılgınlarca çalınıyor.


Bunu da hepimiz biliyoruzdur herhalde :)

A perfect duet with lyrics.


Alabama Arkansas I do Love my Ma and Pa
But the way I do Love you
Holy Moly Me oh My your the apple of my eye
Girl aint never loved one like you
Man o Man your my best friend I scream it to the nothingness
that we got everything we need
Hot and Heavy pumpkin pie
Chocolate candy Jesus Christ
Aint nothin please me more than you

Home, Let me come Home
Home is Whenever Im with you
Home, yes I am Home
Home is wherever Im with you

Lalalala Take me Home
Mama Im Coming Home

I follow you into the park, thru the jungle thru the dark
Girl aint never loved one like you
Moats and boats and Waterfalls, Alleyways and payphone calls
I been everywhere with you
Laugh until we think we'll die, barefoot on a summer night
never could be sweeter than with you

Home, Let me come Home
Home is Whenever Im with you
Home, yes I am Home
Home is wherever Im with you

Ikea... Ahh ikea...



Benim gibi öğrenci olan veya maddi durumu cok iyi olmayan (evet çoğu zaman ikisi de aynı anlama geliyor) kimseler gezmeye falan gider. Yani enderdir "ya bi koltuk lazım, gidip ikeadan mı baksak" diye gidilmesi. Ha bir de şu olabilir; "ya hani geçen hafta ikeada bi masa görmüştük ya indirimdeydi hani? onu gidip alsak ya" diye gidilebilir fakat indirim muhtemelen bitmiştir.
Otobüsten iniyorum ve ikeaya doğru gidiyorum, karnım aç, biraz gezmek ışıklı mekan görmek de istiyorum. Girmeden önce alışverişlerini bitirmiş, yüzlerinde, ellerindeki renksiz kutuları bedava almışçasına bir gülümseme olan insanları görüp alay ediyorum; "Yine alış-veriş çılgınlığına kapılmış insanlar...". Hatta yanımdaki arkadaşıma " bak, bak! Şurdaki adam aldığı masayı seviyo. hmm... güzel masam beniiim, şimdi eve gidip guracam seni. ha ha ha" falan diyerek dalga geçiyorum kendimce.
İçeri giriyorum. Başlarda tecrübesiz olduğumdan showroom bölümünü gezerdim önce. Gezerdim diyorum yanlış olmasın., yarısında sıkılıyorsunuz fakat geri dönüş yok (kalabalıktan) veya kısa yoldan ev aksesuarları bölümüne giriş de yok. Yani mağaza öyle tasarlanmış. Bir girdin mi sonuna kadar gezeceksin kardeşim. Üstelik bunu farkettiğinde büyük bir tuzağa düştüğünü farketmişçesine yüzündeki hollywood bakışları da cabası "Aman tanrım...!".
Neyseki sonradan mağazanın girişinden direkt olarak ev aksesuarları bölümüne giriş olduğunu farkettim. Meğer ikea, herşeyi düşündüğü gibi, sadece gezmeye gelmiş, belki ufak tefek bireyler alacak, belki de bir çay kahve içecek insanları da düşünmüş.
Ev aksesuarları bölümünde gezerken akea reklamı geliyor aklıma. Hani var ya, insanlar mağaza içinde gezerken "hah" diyerekten tam aradıkları ürünü bulduklarını bize anlatmaya çalışıyolar. Bizde bu durum daha çok şöyle oluyor;

b- Şunu alim mi lan?
a- Alma ya, para verme boşuna.
b- Doğru diyosun. Ya ama çok tatlı dur
muyo mu? Hem indirime de girmiş? Alim ben bunu.
a- Aldın hadi napıcan?
b- Üzerine kitaplarımı koyarım?
a- En son ne zaman okudun?
b- Yatağın yanına koyarım, üzerine cep te
lefonumu falan koyarım yatarken?
a- Başka?
b- Üzerinde dansöz oynatırım ya sanane be alıcam ben bunu!
Almasam mı?
Yok ya alim.
Almıyorum.
Ya kaç kere gelicez dünyaya?
...

Bu bölümde gezerken bunun gibi yüzlerce gereksiz ürün üzerinde yüzlerce gereksiz tereddüt yaşarak dolaşıp duruyorum. Bitkilerin olduğu kısmı da bitirdikten sonra showroom kısmında beğendikleri büyük ürünleri depo kısmında teslim alan zengin insanlar dikkatimi çekiyor. "Bir gün benim de kendi evim olunca ben de bütün eşyalarımı ikea'dan alacağım" yazılı baloncukları görür gibiyim insanların kafasında.
Sonra fırsat reyonu gözüme çarpıyor. Ve evet belki orda işime hiç yaramayacak bir başka ürünü kırık-çıkık diye en fazla yüzde elli indirimle alabilirim diye dalıveriyorum ve ordan da hayal kırıklığı ile ayrılıyorum. Çünkü mesela bir dolap var normalde fiyatı 500 TL. Kapağı kırık veya yok, sol taraftan darbe yemiş falan yani hiçbir işe yaramaz durumda. Peki fiyatı? 350 TL! Koş koş fırsat reyonuna!
Kasaları geçerken elimdeki iki tane mum, iki tane çerçeve için 10 dakika sıra bekliyorum. Çıkarken acıktığımı biraz daha hissediyorum ve gözüme hotdog lar çarpıyor. 2 hotdog + sınırsız soğuk içecek 2 TL! İşte bu tam bize göre sanki, "saldırıııııııın!!!!"
İşte böyle bir sevip, bir nefret edip ve bir yandan da almak istediğiniz ürüne "işte şu işime yarar bu işime yarar" diye kapak ararken... Ikea... ahh ikea... hiçbir zaman eli boş çıkamıyorum;


Hımm... Güzel sehpam benim... Eve gidip guracam seni...


8 Ocak 2011 Cumartesi

Usb bellek ile Windows 7 kurmak




Usb bellekten windows 7 kurulmu, usb bellekten nasıl windows kurulumu,windows 7'yi usb'den kurun






Kizkardesime yeni bir netbook aldik. Uzerinde isletim sistemi olarak windows 7 starter vardi. W7 starter hakkinda cok fazla bilgim yok ama en azindan masaustu arka planinin degistiremedigimizi biliyorum. Bu bile kurulu isletim sistemini degistirmeme yeter aslinda ama bir de hard disk bolumlerinin saçma sapan bölündüğünü görünce sistemi yeniden yapilandirmak sart oldu. Neyse aldim elime bir W7 ultimate dvd si tam takacaktim ki, o da ne? Yok artik! E bu bilgisayarin optik okuyucusu yok? Biraz arastirip, biraz da arkadaslardan yardim aldiktan sonra nasil yapacagimi ogrendim. Internette basit ve anlaşılır sunumlar goremedim konu ile ilgili o yuzden anlatayim dedim.


Yapacagimiz iş önyüklenebilir (bootable) bir usb bellek olusturup (optik surucusu olan baska bir bilgisayarda), windowsu kuracagimiz bilgisayari o usb bellekten baslatarak kurulumu gerceklestirmek olacak.
İhtiyaclarimiz:


- 4 gb veya uzerinde bir kapasiteye sahip usb bellek. (içindekilerin hepsi silincektir)
- W7 kurulum dvd'si.(başka Windows kurulumlarında da işe yarıyor)
- Optik okuyucuya sahip baska bir bilgisayar.


- Önyüklenebilir usb bellek'i oluşturabilmek için WinToFlash programı. İlgili programı buradan indirebilirsiniz. Link çalışmıyorsa google'ye arama yaparak programa ulaşabilirsiniz sanıyorum, zaten bedava programdır.

Şimdi bu işlemleri dvd sürücüsü olan başka bir bilgisayarda yapıyoruz.



  • Programın rar paketi, verdiğim linkten direkt olarak inecektir. Rar paketinin içindeki WinToFlash.exe dosyasını çalıştıralım ve karşımıza çıkan pencereye de "kabul" diyelim.


  • W7 dvdsini optik sürücüye, usb belleği de yuvasına takalım. Sonra programa geri dönüp yanında "Windows Kurulum Sihirbazı Transferi" yazan onay(yeşil) işaretine tıklıyalım.


  • Karşımıza çıkan pencerede "Sonraki" butonuna basalım.


  • Şimdi de karşımızda iki tane beyaz boş kutucuk var üstteki programın W7 dosyalarını alacağı optik sürücü, "seçin" butonuna basarak ona dvd sürücümüzü gösterelim. Alttaki ise dosyaları yazacağı usb bellek, "seçin" butonuna basarak ona da taktığımız usb belleği gösterelim.


  • "Sonraki" butonuna basarak ve çikarsa başka pencereleri de onaylayarak işlemi başlatalım. İşlem usb belleğinizin hızına bağlı olarak hallice uzun sürebilir sabırlı olunuz.


Önyüklenebilir usb belleğimiz hazır, onu W7 kurmak istediğimiz bilgisayara takalım ve bilgisayarımızın bios ayarlarından önyükleme (boot) ayarlarını değiştirerek bilgisayarın usb bellekten başlamasını sağlayalım. Bunun nasıl yapılacağı her bilgisayara göre değişiyor. Bilgisayarı açıldıktan hemen sonra "F12 for bios setup" gibi ibareler çıkacaktır, bu yönergeleri takip ederseniz boot ayarlarını değiştirebilirsiniz. Hatta bazı bilgisayarlarda "F11 for boot setup" gibi kolaylıklar vardır, bios ayarlarına girmeden önyükleme sırasını değiştirebilmek için.


Bilgisayarı önyüklenebilir usb bellekten başlattıktan sonra W7 kurulumu başlayacaktır, kurulum gayet basittir, o sorar siz cevap verirsiniz derken kurulum bitmiştir.


Kolay gelsin ;)




6 Ocak 2011 Perşembe

Hayata bakış açısını değiştirmek isteyenlere.



Bir arkadaşımın aracılığı ile sahibinden.com'da ilginç bir ilana rastladım. Çok güldüm ve düşündüm. Bütün özellikleri müşterisine sunmak isteyen fakat fiyatı da düşük tutmak için hiçbir özelliği doğru dürüst çalışmayan telefonları piyasaya süren telefon üreticilerine saygılarımla. Bütün özellikleri var ama hiçbirini kullanamayacaksam ne işe yarar ki? Karşımızda 3. dünya ülkelerini teknoloji çöplüğüne çeviren üreticilere ve onlardan aşağı kalmayan yerli dağıtıcı-satıcılara isyan niteliğinde bir satılık cep telefonu ilanı.

27-01-2007 Tarihinde alınmış (BAŞARI`dan), bi işe yarar bir telefon ya da PDA olmadığı için hiç kullanılmamış denebilir BENQ P50 telefonumu bütün vereceğim bilgilere rağmen hala alacak birisi varsa satmak istiyorum. Telefonun özellikleri şunlardır :

1-Kendisi bir PDA olup telefon özelliği sonradan monte edilmiş gibi davranan ve sizi arayanların size nadiren ulaşabilecekleri bir telefon hizmeti vermektedir. Telefonunuz açıkken kendi numaranızı ararsanız telefonun çalma ihtimali %25`dir. Bu sebeple Cep telefonlu yaşantıdan bıkan arkadaşlar için tercih sebebi olabilecek bir kalitededir denilebilir.

2-Üzerinde bataryası olmasına rağmen aslında kendisi elektrikle çalışmaktadır. Konuşma halinde şarj süresi 30 dakika stand-by süresi de 12 saat civarındadır. Wireless açıkken şarj süresi 15 dakikadır. Ben şahsen bir mobil telefondan çok ev telefonu ya da bilgisayara bağlı skype telefonu olarak kullanacaklara tavsiye etmekteyim. Evden ev telefonu işten iş telefonu reklamını beğenen arkadaşlara şiddetle tavsiye edebileceğim eşsiz bir telefondur.

3-Tuş kilidi mevcut olmamasına rağmen cebinizdeyken yanlışlıkla kimseyi arama özelliği yoktur. Çünkü bırakın istemeden istesenizde arama özelliği kısıtlı bir telefondur. Cep telefonu faturası yüksek gelen, bir türlü cep telefonu konuşmalarını kısıtlayamıyorum diyen arkadaşlara şiddetle tavsiye ederim.

4-İki Kademeli bir batarya seviyesine sahip olup, birinci kademe kullanım için olup ikinci kademe sabit hafıza bilgileri içindir. Bütün şarjı iki kademeyi de bitirirseniz ya da sim kartınızı değiştirmek için bataryayı çıkarırsanız telefon kendini resetlemekte telefonu tekrar açtığınızda telefon ilk aldığınız hale gelmektedir. Bu cihazda yüklü işletim sistemi olan Microsoft Windows Pocket PC 2003 Phone edition`ın bir özelliğidir. Windows Mobile 5.0 da busorun giderilmiştir. Ama bu telefona Windows Mobile 5.0 yüklenemez. Ne kadar kullansamda telefonum hep yeni aldığım gibi kalsın diyen kullanıcılara şiddetle tavsiye ederim.

5-Yolda yürürken, diğer elinizde bir şey varken acilen birini aramak isterseniz buna müsade etmemektedir. Elindeki işi bitirmeden diğerine başlama prensıbıne sahip kullanıcılara şiddetle tavsiye ederim.

6-Deri kılıfıyla kemerinize taktığınızda belinizde bir 7.65 silah gibi görünecek kadar büyük olup, silah heveslisi kullanıcılara şiddetle tavsiye edilir.

7-Yolda birileri sizi çevirip telefon numaralarını size kaydettiriyorsa ve siz bundan bıktıysanız. Sizin için de biçilmiş kaftandır P50. Çünkü telefona kaydettiğiniz (ki o kadar yetenekli olmak herkesin harcı değildir.) numaralar en geç 2 gün içinde bir şekilde telefonunuzdan silinmektedir.

8-Komşunun şifre koymadığı internetini kullanmak isteyen arkadaşlar için uygun bir cihazdır.

9-Burger King`de hamburgerinizi yerken internete bağlanabilirsiniz. Ama hamburgeriniz bitmeden şarjı biteceği için Buger King`lerde zaman öldürmezseniz.

10-Çocuklarının internet başında çok zaman harcadığını düşünen veliler için mükemmel bir cihazdır. Kimse bu cihazın başında yarım saatten fazla zaman geçiremez. Çünkü ya cihazın şarjı biter ya da sizin tahammülünüz. Bu sebeple iki kademeli koruma sağlayan güvenli bir PC`dir.

11-Bilgisayara yüklenen programların benzerlerinin yaklaşık %60` ı bu cihaza da yüklenebilir.

12-Skype telefonu olarak kullanılabilir.

13-Pek mümkün olmamakla beraber eğer bir yolunu bulup birini arayabilirseniz ya da biri bir şekilde bu telefondan size ulaşabilrse telefonun görüşme kalitesi çızırtılı olup, seni duyamıyorum ne diyosun deyip muhtelif sesler çıkararak görüşmeyi bitirmek için sıkıntı çeken arkadaşlara şiddetle tavsiye edilir.

14-1.3 megapiksel kamerasıyla çektiğiniz resimlere baktığınızda Yahu burda ben neyi çekmiştim. Bu ne ki diye sorarbilirsiz. Eğer siz de hitabeti seven sözlü konuşmaya görüntüden çok önem verenlerdenseniz bu telefonla çektiğiniz görüntüleri başkalarına gösterirken görüntünün aslında ne çok şeyler içerdiğini uzun uzadıya anlatabilirsiniz. Soyut resimlerden hoşlanan arkadaşlara şiddetle tavsiye edilir.

15-Bu cihaz hakikaten satılıktır.

16-Benim cihaz hakkında bütün özelliklerini sayıp dökmem birilerine sanki çok iyi bir cihazmış gibi satmamaya çalışmam tamamen üreticisinden daha dürüst olmamla alakalıdır.

17-1GB`lık hafıza kartı da hediyemdir. Teselli hediyesi denebilir.

18-Son olarak eğer böyle bir telefon edinirseniz sadece 1 aylık düzenli kullanım sonucunda en az benim kadar güzel cümleler kurabilir, hayata çok farklı pencerelerden bakmayı öğrenir hatta kullanım süresinin uzaması halinde filozof bile olabilirsiniz.

Bu hayata farklı gözlerle bakabilme becerisi sizin zaten sahip olduğunuz bir çok problemle nasıl yaşayacağınızı da öğretir.

Yani bu telefonu kullanırken mutlu olmasanız bile bu telefon dışında hayatınızın her alanında mutluluğu yakalayabilirsiniz.

Mutluluk da hiç bu fiyata satılmamıştı. :))

(Ayrıca bu telefonu satın almanızı takip eden hafta satışa çıkaracağınız için ilanınız onlarca forumda yayına girecek yüzlerce mesaj alacak, sosyal çevrenizi genişleteceksiniz. Bu yüzden telefonun 300 YTL. olan fiyatını ilanın oluşturduğu benzersiz marka değerini dikkate alarak 3.000 YTL.ye çıkardım. BENQQQQQQ senin bu telefonu ilk piyasa sürdüğün fiyattan fazlasını istiyorum şimdi.:)) )

İlanla ilgilenen arkadaşlar varsa; http://www.sahibinden.com/ilan/alisveris-cep-telefonu-cep-akilli-telefonlar-benq-siemens-sahibine-fayda-saglamayan-benq-p50-satilik/detay